1 Aralık 2009 Salı

yaban çilekleri

Yaban çilekleri basit; basit olduğu kadar da güçlü bir film.Filmde anlatılanları bu kadar bir süre içerisinde böylesine basit bir dille ve bu denli etki uyandıracak şekilde anlatabilmek büyük bir sinema başarısı.Bir insanın yalnızlığını, daha doğrusu çevresindeki onca insana rağmen pekala yalnızlık içerisinde yaşayabileceğini gösteriyor bizlere.İnsanları tanımanın ne kadar zor olduğunu, bunun bazen yıllar bile alabileceğini gösteriyor.İnsan birini anlayabilmek için önce onu görmelidir.Bakmak ile görmek arasındaki fark.Ve insanın diğerlerini anlayabilmesinin,hayatı anlayabilmesinin en önemli ayağı,insanın hayatı boyunca yapmış olduğu en önemli yolculuk olan kendi içine yapmış olduğu yolculuktur.İşte bu yolculuk sırasında insan ilk önce kendini görür, kendini tanır, kendini dinler.Bu yolculuk sırasında insan bencillikleriyle, hatalarıyla, korkularıyla, gerektiğinde en büyük günah ve kabahatleriyle de yüzleşebilmelidir.Hayatın anlamı belki de budur.Anlayabilmek.Önce kendini sonra da etrafındakileri.İsveççe bir deyimin parçası yaban çilekleri. Gizli bir sığınağınız, kaçacak bir yeriniz, kendinizi iyi hissettiğiniz bir yer varsa eğer ona bu benim yaban çileği bahçemdi diyebiliyorsunuz.Çünkü yaban çilekleri gerçek hayatta; mesela bir orman yürüyüşünde aniden karşınıza çıkıp sadece size sunulan bir hediye gibi ellerinize bırakabilir kendisini.Yurttaş Kane filmini izlerken izleyicinin hissettiği bazı duyguları bu filmde de hissetmesi muhtemel gibi geliyor bana, böylesi bir durum iki film arasında da hikayeyi anlatım tarzı bakımından bir yakınlık kurulmasına yol açabiliyor.Yurttaş Kane filmindeki Rosebud nasıl geçmiş günlerde kalan güzellikleri,özlemleri,yaşanmış ve yaşanılamamış olan bir çok şeyi ifade ediyorsa Yaban Çilekleri de geçmişe duyulan aynı özlemi anlatmakta.Hatta filmde sonlara doğru görülen bir düş sahnesinde “Yaban çilekleri bitti.” cümlesi bu özleme ya da bazı şeyler için biraz da geç kalındığına dair bir gönderme olarak alınabilir mi?Filmin çok iyi başarmış olduğu diğer bir olayda siyah-beyazda çok zor olan ton kontrastı ,ışık karanlık dengesi gibi siyah – beyaz sinema için olmazsa olmazları çok iyi kotarmış olması.Oyunculuk için söylenebilecek tek bir söz bile bulamıyor insan izlediğinde.Victor Sjöström tek başına bir oyunculuk resitali sunmakta,bizlere kalan bunun tadına varmak.İnsanı izlediğinde çok etkileyen filmler vardır.İzlendikten sonra iz bırakır,bazı şeyler eskisi gibi olmaz.Bir çok filme burun kıvırmaya başlar, zor beğenirsiniz.Shawshank Redemption gibi,Cool Hand Luke gibi sizi çepeçevre saran hatta içinize sinen filmler.İzledikten sonra izlemeden önceki siz değilsinizdir.İşte Yaban Çilekleri de öyle bir film.Belki de çağımızda bir çoklarına ulaşılmaz gelen , hatta hiç yaşamadığımız dediğimiz mutluluk yaşamın basitliğinde gizlidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder