1 Aralık 2009 Salı

sinema ve ben

Sanırım babamın izlediği siyah beyaz western filmleriyle başladı bendeki sinema tutkusu ya da hep vardı da ortaya çıkması özel bir şeye gereksinmeksizin çok kolay oluverdi.Belki önceki hayatımda çok iç içeydim sinemayla kim bilebilir.Yani red kit ve ten ten'den bir süre sonra yaşanan bu hızlı geçişin en mantıklı sebepleri bunlar gibi geliyor bana.Lise yıllarımın henüz başlarında Alfred Hitchcock'la tanıştım.Bu adam;beni gerçek anlamda sinemaya aşık eden eşsiz dahi yani,bence gelmiş geçmiş en iyi yönetmendir.Sonrasında İtalyan yeni gerçekçiliğiyle tanıştım.Fransız yeni dalgasıyla.Film izlemeye ve sinema ile ilgili okumaya devam ettikçe Uzakdoğu sinemasının o kendine özgü farklı lezzetlerini tattım.Yaşım gereği Türk sinemasındaki kayıp kuşağa denk gelmem beni Türk sineması konusunda biraz güdük bırakmış olabilir.Ama Uçurtmayı Vurmasınlar ile başlayan kıpırdanma,Piyano Piyano Bacaksız ile devem eden emekleme ve nihayet Eşkiya ile yeniden doğuş sonrasında merak ve beğeniyle takip edeceğim Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz'un başını çekeceği yeni Türk sinemasının ilk nüvelerini oluşturdu.Ama hiç birisi beni Doğu sineması özellikle de İran sineması kadar derinden etkileyip sarsmadı.O denli kendimden ve bana yakın hikayeleri o kadar farklı şekillerde anlatan bu zengin sinema geleneği beni öylesine içten kucakladı ki anlatamam.Bu insanlara bu filmleri yaptıran böylesine bir ülkenin nasıl bir yer olduğunu görmeliyim diyerek,İran ülkesine geziyi kendime bir borç bildim.Ama hayatımın hiçbir bölümünde müstesna filmler ve yönetmenler hariç Amerikan sinemasını kendime yakın hissedemedim.Sinema birçokları gibi benim için hayatımdaki en vazgeçilmez tutkulardan biri halini aldı ve halen de öyle.Demem o ki;sinema yaşanılanı eşsiz ve sonsuz,hayalleri ise gerçeğe dönüştüren sihirli bir hazinedir.Sinema hayattır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder