2 Ocak 2010 Cumartesi

Stranger Than Paradise


Coffee and Cigarettes ve Dead Man gibi kült filmlerin altında imzası bulunan bağımsız yönetmen Jim Jarmusch’un ilk filmlerinden Stranger Than Paradise.Willie hayatını at yarışlarından ve ara sıra katıldığı kumar partilerinden kazanmaya çalışan“Amerikan Rüyasının” kıyısında köşesinde kalmış kendi halinde bir gençtir.Ha bir de söylemeden edemeyeceğim;kendisiyle telefonda Macarca konuşan halasına ingilizce konuş diyebilecek kadar da geçmişini,özünü unutmuş biridir.Günün birinde Willie’nin kuzeni yeni bir hayata başlayabilmek umuduyla Macaristan’dan New York’a gelir.Hava alanından ayrılıp Willie’nin evine gelmek üzere şehrin arka mahallelerinden birindeki yolu arşınladığı sahneye dikkat diyorum.Zira ben böylesi uzun bir şaryo eşliğinde,kameranın hiç kıpırdamadığı,tek açıdan çekilmiş,yürüyen birinin bu kadar uzun süre aynı açıdan çekildiği başka bir plan hatırlamıyorum.Üstüne bir de Eva’nın elinde taşıdığı portatif kaset çalardan yükselen screaming jay hawkins’in söylediği “ı put a spell on you” eklenince “amanin boo diyorsunuz,müthiş şeyler izleyeceğim,belli”.Yani ilk dakikadan zevkin doruklarına çıkarıyor sizi Jarmusch.Eva’nın Cleveland’da yanında kalacağı halası bir süre hastanede yatacağından Willie’den kısa bir süre Eva’yı misafir etmesini ister.Eva ile Willie’nin ilk buluşması pekte sıcak ve dostane değildir doğrusunu söylemek gerekirse.Willie ve Eva her ne kadar birbirlerinden farklı olsalar ve ilk zamanlar pek iyi anlaşamasalar da zamanla birbirlerine alışırlar.Hatta Eva’nın ayrılma zamanı geldiğinde Willie’nin bu duruma üzüldüğünü fark ederiz.Günün birinde Willie arkadaşı Eddie ile katıldığı bir kumar oyununda parsayı toplar.Artık paraları vardır.Soluğu Cleveland’da Lotte Hala’da kalan Eva’nın yanında almaya karar verirler.Eva belki de büyük umutlar besleyerek geldiği Amerika’da umduğunu bulamamış ve yaşadığı hayattan çok sıkılmaktadır.Willie ve onun en yakın arkadaşı Eddie’yi karşısında görünce hem çok şaşırır hem de çok mutlu olur.Cleveland’da kaldıkları birkaç gün içinde oldukça sıkılan iki kafadar tam da dönüş yolundayken fikir değiştirir,yanlarına Eva’yı da alarak Florida’ya gitmeye karar verirler.Bundan sonrası sürprizlerle dolu.Ama şunu söylemeliyim ki filmin sonu sürpriz olduğu kadar beklentilerden ve umulandan uzak.Filmimiz gerçekten bazen absürd,bazen komik,bazen de insanı durup düşünmeye sevk eden cinsten bir film.Jarmusch sineması inanılmaz anlamda minimalist ve bir o kadar da yaratıcı bir sinema.Yani bu ikinci filmini görünce sonraki filmlerini izlememiş olsanız bile bu adamı takip etmeli,bunda hayat var,kim bilir daha anlatacak ne öyküleri vardır diyorsunuz.Hani bu sinemaya biraz aşina olunca film çekmek için herkesin düşündüğü gibi elinizde çok eşsiz bir hikaye,Spielberg misali inanılmaz imkanlar ve maddi güç,müthiş teknik imkanlar ve çok geniş ve kapsamlı bir teknik ekibe ihtiyacınız olmadığı pekala ayan beyan ortaya çıkıyor.Yani bu kadar basit bir hikaye böylesine çarpıcı ve yaratıcı biçimde ancak bu kadar güzel anlatılabilir.Batı toplumlarında yaşanan insanın kendine yabancılaşması,topluma yabancılaşması,gittikçe yüzeyselleşen ilişkiler,insanların birbirlerine benzetilip basmakalıp ilişkiler yaşayan ezber bir toplum oluşturulması çok iyi anlatılmış.Filmin bir diğer artısı da bence siyah beyaz oluşu,yani izlediğimde bir çok yerde iyi ki renkli değil.Bu film siyah beyaz olmalıydı yoksa bu kadar iyi olamazdı dedim.Yani nasıl ki The Man Who Wasn’t There(Orada Olmayan Adam) filmi renkli bir film olamayacaksa bu da olamaz.Oyunculuklar oldukça iyi.Willie ve Eva göz dolduruyorlar.Özellikle Eva’nın ben farklıyım diyen o Doğu Avrupalı havası etkileyici.Ama asıl,az görünmesine rağmen en eğlenceli unsurlardan biri Lotte Hala.Özetle bendeki Jarmusch neylerse güzel eyler düşüncesini bir kat daha güçlendiren iyi bir film Stranger Than Paradise.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder